Sabancı Üniversitesi yüksek lisans öğrencisi ve Kırmızı Kurdele İstanbul Gönüllüsü Beste İrem Köse’nin hazırladığı bu yazı dizisinin “80’ler: HIV temelli damgalamanın inşası” başlıklı birinci bölümü 80’li yıllarda HIV temelli damgalama ve ayrımcılığın temellerinin nasıl kurumsallaşmış homofobiden beslendiğini ve HIV ile yaşayan öznelerin sesini duyamamamızın 1980 darbesini takip eden baskıcı politikalarla oldukça ilişkili olduğunu göstermiştir.
90’lar: Dernek bazlı HIV aktivizminin doğuşu başlıklı bu ikinci bölüm ise doktorların başını çektiği ilk HIV derneklerine odaklanarak, günümüzün özne derneklerinin nasıl bir mirası devraldıklarının izini sürüyor.
Bizce, HIV ile yaşayanlar, yakınları, hekimler, alanda çalışanlar ve konuyla ilgilenen herkesin kesinlikle okuması gereken bu yazı dizisinin ‘Dernek bazlı HIV aktivizminin doğuşu’ başlıklı ikinci bölümünü de aynı heyecanla ilginize sunuyoruz.
İyi okumalar.
Yayına hazırlayan: Beste İrem Köse
Yayın tarihi: Haziran 27, 2022
(Türkiye’nin #hivbilgisi sağlayıcısı ve kaynağı www.kirmizikurdele.org ve @redribbontr sosyal medya hesaplarındaki #hivbilgisi içerikleri ve tüm içerikler KAYNAK GÖSTERMEK ŞARTIYLA herkesin paylaşımına açıktır. Alıntılarınızda www.kirmizikurdele.org'yi kaynak göstermenizi ve @redribbontr'yi etiketlemenizi rica ediyoruz. Bunlar dışında özel olarak izin sormanıza gerek yoktur.
Türkiye’de HIV Aktivizminin Tarihi Bağlamı, 2. Bölüm 90’lar: Dernek bazlı HIV aktivizminin doğuşu
1990’larda başlayan dönem, aktivist Dr. Muhtar Çokar tarafından sivil toplum kuruluşlarının alanda önemli aktörler haline geldiği dönem olarak nitelendiriyor.[1] Nitekim bu yıllarda yaşanan hak ihlallerine karşı bir araya gelen gruplar, insan haklarını merkeze alan bir aktivizm yürütmüşlerdir. Bu bağlamda kadın hareketi, LGBTI+ hareketi, çevreci hareket ve öğrenci örgütlenmeleri görünürlük kazanmıştır.[2] Bu hareketlerle eş zamanlı olarak 1991 yılında İzmir’de yalnızca HIV ile mücadeleyi merkezine alan ilk dernek olan AIDS ile Mücadele Derneği kurulmuştur. 1992 yılında ise İstanbul’da etki alanı daha geniş olan AIDS ile Savaşım Derneği kurulmuştur.
Doktorların, avukatların ve dönemin entelektüellerinin başını çektiği bu dernekler[3] kısa zamanda prestij kazanarak çoğu doktorun üye olmaya çalışacağı dernekler haline gelmişlerdir.[4] Dahası, AIDS ile Savaşım Derneği Sağlık Bakanlığı ile yakın ilişkiler yürüterek projelerine finansman bulmayı başarmıştır.[5] Ancak anahtar nüfusların yönetim kurulundaki temsiliyeti gibi konularda olan anlaşmazlıklar derneğin dağılmasına ve etkisiz hale gelmesinde rol oynamıştır. Bu türden kimlik krizlerini devletle kurulan yakın ilişkilerin yarattığı imkân ve sınırlamalardan bağımsız düşünemeyiz.
1990’lar aynı zamanda Zülfükar Çetin’in ilk lobicilik girişimi olarak nitelendirdiği TAPV tarafından sunulan ilk HIV eylem planına ve ardından kurularak 2007 yılına kadar toplantılarına devam edecek olan Ulusal AIDS Komisyonuna da sahne olmuştur.[6] Bu sivil toplum-devlet girişimlerini değerlendirirken, sivil toplumun tıbbi yetkinliğini ön plana çıkarmasını ve bunun yarattığı meşruiyeti gözden kaçırmamak gerekir. Dönemin sivil toplum gelişmeleri, küresel STK’laşma eğilimleriyle de sıkı etkileşim içindedir. 1980’lerden itibaren Birleşmiş Milletler, insan hakları, kadın hakları ve çevre gibi konularda sorumluluğu sivil toplum kuruluşlarına yüklemeye başlamıştır.[7] Böylelikle demokratikleşme süreçlerinde önemli bir rol oynamaya başlayan STK’lar[8], dernek çerçevesi altında aktivizm yapmaya başlamıştır.[9] Aktivizmin bu türü, siyasi baskı dönemlerinde bir tür hayatta kalma yöntemi de sunmaktadır.[10]
HIV hareketinin dernek çerçevesi altında aktivizm yürütmeye başladığı bu dönemde medya HIV’e yönelik kaygıları kızıştırarak HIV ile yaşayanlara yönelik damgalamayı beslemeye devam etmiştir. Örneğin, Uğur Dündar’ın Arena programında gösterilen, HIV ile yaşayan bir seks işçisi ve kamyon şoförü arasındaki pazarlığı konu alan ünlü sahne, bir jenerasyonun HIV’i ahlaki bir krizle eşdeğer görmesine katkıda bulunmuş olabilir. Nitekim bu türden bir medya temsili sansasyon yöntemine başvurarak halihazırda damgalanmış gruplar olan HIV ile yaşayanlar ve seks işçilerini tekrar damgalamaktadır. 1990’larda seks işçiliğine yönelik damgalama, Sovyetler Birliğinden göçen ve özellikle Doğu Karadeniz’de seks işçiliği yapan kadınlar bağlamında oldukça yaygınlaşmıştı. Bu kadınlar yalnızca ülke sınırlarına “HIV taşımakla” değil aynı zamanda ülke ahlakını bozmakla da suçlanıyorlardı.[11]
Tüm bunların ışığında 1990’ları HIV temelli damgalamanın özellikle anahtar nüfus için devam ettiği ancak aynı zamanda küresel STK’laşma eğilimleriyle ilişkili olarak dernek çerçevesi altında bir HIV hareketinin temellerinin atıldığı bir dönem olduğunu görebiliriz. Burada bahsedilen HIV hareketinde özne temsiliyetinin oldukça sınırlı olduğunu göz önünde bulundurursak, kendi üzerine söz söyleyen ve kolektif olarak politika üreten bir özne hareketine ne kadar ihtiyaç duyulmuş olduğu açıktır. Nitekim, bir sonraki yazıda anlatılacağı üzere 2000’li yıllar, bu ihtiyaca cevaben doğan özne derneklerine sahne olacaktır.
(Türkiye’de HIV Aktivizminin Tarihi Bağlamı başlıklı yazı dizisi 2000'li yıllara odaklanan 3. bölümü ile www.kirmizikurdele.org ‘de devam edecek. )
www.kirmizikurdele.org #hivhakkindahersey