Her yaştan ve her meslekten insanın örnek alabileceği bir rol modeli, alışılagelmiş hekim imajlarıyla asla tarif edilemeyecek, herkesin mutlaka tanıması gerektiğine inandığımız bir değer ve "Türkiye'ye AIDS'i getiren adam" Prof. Dr. Selim Badur hakkında bir röportaj yazısı.
İyi okumalar.
www.kirmizikurdele.org
herkes için #hivbilgisi
#hivhakkindahersey
Yayına hazırlayan: Arda Karapınar, Tedavi aktivisti, Topluluk yazarı, World Patience Alliance Danışma Kurulu Üyesi
Yayın tarihi: Kasım 14, 2024
Herkes için #hivbilgisi sağlayıcısı ve kaynağı www.kirmizikurdele.org ve @redribbontr sosyal medya hesaplarındaki #hivbilgisi içerikleri ve tüm içerikler kaynak göstermek şartıyla herkesin paylaşımına açıktır. Paylaşımlarınızda web-sitemizi kaynak göstermenizi/mention/etiket vb. yapmanızı rica ediyoruz. Bunlar dışında özel olarak izin sormanıza gerek yoktur.
80’li yılların ortaları, yani Türkiye’deki ilk bir kaç AIDS olgusunun görüldüğü yıllar. Medya, negatif etkilerini takip eden on yıllar boyunca hissetmeye devam edeceğimiz felaket pornosu ve muhafazakâr ahlakçılığın ardına gizle(yeme)diği damgalayıcı haberlerine ilk AIDS olguları üzerinden çoktan başlamış bile.
İstanbul Tıp Fakültesinin o yıllardaki dekanı Prof. Dr. Sedat Katırcıoğlu, yanında kot pantolon ve kazağının üzerinde ödünç olduğu çok belli olan bir ceket giyinmiş bir genç hekim bulunduğu halde basının karşısına çıkıyor;
“Sayın basın mensupları; işte karşınızda Türkiye’ye AIDS’i getiren adam!”
Bu şaka girişimiyle bir anda herkesin (biraz da endişeli ve meraklı) bakışlarını üzerinde hisseden genç hekim, o yıllarda Institute Pasteur’de çalışan ve bir patent sorunu sebebiyle Fransa’da kullanılamayan 3 kit (300 adet) testi, AIDS ile ilgili ilk ciddi taramalar yapılabilsin diye cebine koyup Türkiye’ye getiren Selim Badur. Yani sonraki yıllarda karşımıza sadece efsanevi bir virolog olarak değil akademisyen, yazar, radyo programcısı, aşı karşıtı hareketlere sabırla ve akılla cevap veren öncü bir aktivist bilim insanı, özetle yaptığı tüm işler ve onları kendine özgü yapış biçimiyle her yaştan ve her meslekten insanın örnek alabileceği bir rol modeli olarak çıkacak olan Prof. Dr. Selim Badur.
Benim gözümde ise 2010’lu yılların başlarında bir radyo programı konukluğum dolayısıyla tanıştığım Selim Hoca, yukarıdaki beceriksiz özetimin çok daha ötesinde, kelimelerin tam anlamıyla orijinal ve eksantrik bir yaşam ustası.
Bu kısa röportaj yazısı için yaklaşık bir saat sohbet ettiğim Selim Badur, tıpkı yine Klinik Plus için kaleme aldığım bir başka *röportaj yazısının kahramanı olan Dr. Muzaffer Fincancı gibi, zihinde ilk anda beliren hekim imajlarıyla asla tarif edilemeyecek olan, her yaştan ve meslekten herkesin ama özellikle de genç hekimlerin mutlaka tanıması gereken bir değer.
Bu noktada Selim Hoca için yukarıda kullandığım “yaşam ustası” tabirinin üzerinde biraz durmam gerek çünkü onu öylesine seçmedim. Aslına bakılırsa bu, bu yazılara konuk ettiğim ve etmeyi murat ettiğim herkesin ilk ve en belirgin ortak noktası. Peki kimdir yaşam ustası? Bu soruya kendime özgü bir tarifim/cevabım var elbette; etraflarına sadece yaptıklarıyla ve yapmadıklarıyla değil yapma ve yapmama biçimleriyle de ve özellikle örnek ya da rol modeli olmak gibi bir kaygı gütmeden örnek olmayı başarabilen, yani vaaz ederek değil yaşayarak öğreten insanlara hakiki yaşam ustası denilebilir sadece. İşte Selim Hoca benim için tam olarak böyle biri.
Lise eğitimini “o yıllarda bugünkü gibi bir ayrıcalık değil mahalle mektebiydi. Yakın semtte oturduğum için o okula gittim ve okul arkadaşlarımın çoğu gelir düzeyleri ya da etnik kökenleri özel olarak hiç konuşulmayan komşularımızın çocuklarıydı” dediği Saint Joseph’te tamamlayan Selim Badur, üniversiteyi, yine o yıllarda bir furya ve döneme özgü yaygın bir tercih olarak yurt dışında, Belçika’da tamamlamış. Çok da başarılı bir öğrenci olduğunu düşünmediğini söyleyen Selim Hoca Belçika’dan döner dönmez İstanbul Tıp Fakültesinde çalışmaya başlamış. Sonraki yıllarda Fransa devlet bursuyla Fransa’da da bulunan ve hatta Fransız Bilimler Akademisi (Académie des Sciences France) üyeliği de yapan Selim Hoca ile söyleşi yaparken başarı kavramının üzerinde durmamak ve tavsiyelerini sormamak elbette düşünülemezdi.
“Okulda hiç sene kaybetmedim ama sınıf birincisi falan da değildim. Doğrusunu istersen ben çalışmaya mikrobiyolojide asistanlık yaparken başladım ve konuyu çok sevdim. Konuyu sevdiğiniz zaman işler birdenbire başkalaşıyor. Bu belki klişe gibi gelecek ama hangi branş olursa olsun, ne yapıyor olursanız olun severek yaparsanız o işte hem başarılı hem mutlu hem de huzurlu olursunuz. Bunu birebir yaşayan biri olarak ve çok inanarak söylüyorum.”
Bu cümleler, bir başka sohbetimizde anlattığı bence çok önemli bir başka detayı hatırlattı bana. Şöyle diyordu Hoca; “Ben çalışma odama giderken, o gün ne okuyacağımı, ne yazacağımı, ne yapacağımı tam olarak biliyor olurum. Örneğin İstanbul Tıp Fakültesinde çalıştığım yaklaşık otuz yıl boyunca öğretim üyelerinin yemekhanesine ya üç ya dört kez gitmişimdir. Okuldaki çalışma odama gitmeden önce, şu arkadaşımın çalışma odasına gideyim, dün akşam ne izlediğini sorayım ya da o sabahki gazete haberi üzerine laflayayım gibi huylarım hiç olmadı. Odama girdikten en geç on beş dakika sonra çalışmaya başlamış olurdum. Belki başkaları başka türlü yaparak çok başarılı olmuşlardır, bunu kimseyi eleştirmek için söylemiyorum ama ben bu tip konuşmaları her zaman faydasız buldum. Çünkü o konuşmalar çalışmaktan aldığım keyfi vermekten çok uzak konuşmalar.”
Tam da bu noktada genç hekimlere tavsiyelerini soruyorum. Bu her ne kadar, pek çok yerde ve olur olmaz herkese sorulduğu için klişeleşmiş ve anlamsızlaşmış gibi görünen bir soru olsa da, başarılı olduğunu söylemeye ihtiyaç duymayacak kadar başarılı olmuş insanlara bilhassa sorulması gereken bir soru bence.
“Değer yargıları çok değişti. Başarılı olmanın daha çok para kazanmak olarak algılandığı ve yaşamdan keyif almanın buna bağlandığı bir ortamdayız şu an. Bunu, genç meslektaşlarıma baktığımda da görüyorum. Tavsiye vermek yerine kendimden örnek vereceğim; ben çalışmaktan, yazıp çizmekten, üretmekten zevk aldım ve başarılı hissettim. Öyle ki, çalışırken yorulmadığım, çalışıyormuş gibi hissetmediğim için tatil yapmaya da ihtiyaç duymuyorum.”
Bu kısa röportaj yazısının Selim Badur gibi orijinal bir karakteri anlatmaya elbette yetmeyeceğinin, hatta bir saatlik bir sohbetin dâhi çok küçük bir kısmını aktarabildiğinin altına özellikle çizerek bir anımı paylaşmak istiyorum.
COVID-19 pandemisinin ilk haftalarıydı. Selim Hoca bir yandan Açık Radyo’da her sabah yayınlanan “Korona Günleri” isimli bir program hazırlayıp sunuyor, bir yandan da çeşitli online toplantılara katılarak safsataya karşı güncel ve doğru bilginin dolaşıma girmesini sağlıyor yani ciddi bir halk sağlığı aktivizmi yapıyordu. O günlerden birinde, yanılmıyorsam İstanbul Tabip Odasının bir online etkinliğinde konuşmacı olarak izledim Selim Hoca’yı. Herkesin merak ettiği konularda güncel araştırmalardan derlediği bilgileri gündelik hayata kolayca uygulayabilecek bir dil ve rahatlıkla paylaştıktan sonra izleyicilerden sorular alınmaya başlandı. Selim Hoca tüm soruları her zamanki akıcı üslubuyla cevapladıktan sonra sorulardan bir tanesine kısacık bir cevap verdi; “Bilmiyorum. Vallahi bilmiyorum.”
Bu satırları okurken belki çok olağan gibi görünse de, yaşamın çok farklı alanlarına baktığımızda pek rastlamadığımız bir olay bu. Çünkü bizde hele de bu seviyedeki insanlardan bilmiyorum kelimesini pek duyamazsınız. Bence bu sahne, bu kısa yazıda tanıtmaya çalıştığım Selim Hoca'yı ve onun neden hakiki bir yaşam ustası ve rol modeli olduğunu çok iyi anlatan, onun akademisyenliğinin de, aktivizminin de, karakterinin de, yani yaşam ustalığının özgünlüğünü vurgulayan kısacık fakat çok özgün bir sahne.
Çünkü bilmediği zaman karizmayı çizmek, yani insanların gözündeki imajı yerle bir etme kaygısı taşımadan ve büyük bir rahatlıkla bilmiyorum diyebilen birinin, bildiği zaman söylediklerine inanmakta hiç şüphe duymazsınız.
Yaşamınız boyunca Selim Badur gibi hocalar, dostlar edinebilecek kadar şanslı olmanızı ve yaşamın bir noktasında Selim Badur gibi olabilmenizi, olabilmeyi temenni ediyorum. Arda Karapınar (Bu yazı ilk olarak Klinik Plus Dergisi'nin 5. Sayısında yayımlanamıştır)
www.kirmizikurdele.org herkes için #hivbilgisi