Yayına hazırlayan: K. Çavuşoğlu
HIV bilimi alanındaki güncel araştırmaların, gündemin ve geleceğin tartışıldığı en önemli alanlar olan kongre/konferanslara daima ayrı bir önem veren ve bugüne kadar dünyanın pek çok yerinde üst düzey uluslararası organizasyona katılan Kırmızı Kurdele İstanbul Ulusal HIV/AIDS Kongresi’ni bu yıl da sizler için yerinde takip etti.
Enfeksiyon Hastalıkları alanında faaliyet gösteren 5 Hekim Derneğinin bir araya gelmesiyle oluşan Türkiye HIV/AIDS platformu tarafından düzenlenen Ulusal HIV/AIDS Kongresi bu yıl 14-17 Kasım 2019’da günlerde Antalya’da gerçekleşti.
Türkiye’de HIV olgusuna verilen tıbbi ve sosyal cevabın irdelendiği ve hem önceki yıllara göre, hem de –itiraf etmek gerekirse- Türkiye normlarına göre başarılı bir içeriğe ve çözüm odaklı bakış açısına sahip kongre programında HIV enfeksiyonu farklı açılardan incelendi.
Kongre başkanlığını Prof. Dr. Deniz Gökengin’in yaptığı kongreye dair gözlemlerimiz ve notlarımızı, bu #hivbilgisi yazımızda bulabilirsiniz.
Gelecekte Bizi Neler Bekliyor?
Türkiye bu geleceğin neresinde?
Açılış oturumu Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Volkan Korten’in başkanlığında, Dr. Alexander Zoufaly tarafından gerçekleştirildi. “ART Tedavisi Sanatı: Farklı Stratejiler ve Gelecekte Karşılaşılacak Zorluklar” adlı sunumunda ART tedavisinin AB bölgesindeki örneklerine değinen Zoufaly, etkili HIV tedavisinin başarısı ve buna karşılık tedaviye erişimin önündeki engellerden bahsederek, HIV ile mücadelede en etkili aracın ART olduğunu ve tanılamada başarılı olunduğunda, viral baskılama başarısıyla HIV ile mücadelenin de kazanılacağının altını önemle çizdi.
Avrupa genelinde PrEP çalışmaları ve PrEP savunuculuğuyla isim yapmış olan Dr. Zoufaly’nin sunumunda yine PrEP başarısına ait çıktılar da yer aldı.
Kongrenin ilk gününde gerçekleşen ikinci oturumda ise, Türkiye’de HIV epidemisine verilen yanıt, resmi otorite, hekim ve HIV ile yaşayan bireyin gözünden değerlendirildi. UNAIDS’in 90-90-90 hedeflerine artık, yeni bir “90”ın da eklendiği ve bu “90”nın başarılı HIV tedavisi ile sürdürülebilir viral baskılamanın gerçekleştirilebildiği bireylerde sosyo-psikolojik durumun ve yaşamsal gereksinimlerinin de karşılanabilir ve korunabilir olması gerektiğinin altı çizildi.
Hayaller 90-90-90, gerçekler?..
Ön sunumu EACS 2019 Basel’de gerçekleştirilen HIV-TR Kohortu çıktıları, Ulusal HIV/AIDS Kongresi’nde Prof. Dr. Volkan Korten’in sunumunda da yerini aldı. Detaylara girmeden önce takipçilerimize 90-90-90’nın ne olduğunu kısaca anlatalım:
“UNAIDS tarafından 2014 yılında, HIV ile mücadele için oluşturulan ve 2020’de ulaşılması hedeflenen stratejik yaklaşımda, dünyada HIV ile enfekte olmuş bireylerin %90’ının tanı alması, bu bireylerin tanı aldıktan sonra %90’ının tedaviye erişmesi ve tedaviye erişen bireylerin %90’ının da viral baskılama ile belirlenemeyen seviyeye ulaşılması amaçlanmaktadır.”
UNAIDS tarafından oluşturulan bu stratejik ortak hedef tüm ülkelerin sağlık otoriteleri uygulamaya alarak, yerelde sağlayacakları başarıyı, genele yayıp, ana hedefe hizmet edilmesi düşünülmüştü.
Peki, bizim gerçeklerimiz böyle mi?
Geçtiğimiz yıllarda yapılan çalışma ve araştırmaların sonuçlarına göre, Türkiye’de hedefe ulaşma oranları 50-86-90 seviyelerindeydi.
Yani önceki verilerde, biz tedaviye erişimde viral baskılamada başarıyı yakalarken, henüz HIV ile yaşadığını bilmeyen bireylere erişimde sorun yaşıyorduk. Prof. Dr. Volkan Korten’in sunumunda, bu sorun ile ilgili henüz bir yol kat edemediğimiz gerçeği tüm çıplaklığıyla gözler önüne serildi.
HIV-TR Kohortu 2019 çıktılarında, hedefe ulaşma oranın 41-88-96 seviyelerinde olduğu görüldü. Yani biz tanı almış bireyleri tedaviye eriştiriyor ve viral baskılamayı çok iyi başarıyoruz; ancak henüz tanı almamış bireylerin yarısına bile ulaşamıyoruz.
Bu, şu demek: Henüz tanı almamış bireyler, HIV enfeksiyonunun farkında olmadan yayılmasına zemin hazırlıyorlar! Ve biz, yılda ortalama 8 milyon HIV testi yapmamıza rağmen, doğru yere bakmayıp, kendi dünya görüşümüze uymayan, 'aykırı' bireyler yokmuş gibi düşünüp, risk gruplarını görmezden geliyoruz.
Ancak henüz idrak edemediğimiz şey ise bazı grupların görmezden geliniyor oluşunun, HIV olgusuna ve sorununa bütüncül ve çözüm odaklı tepki vermemizi engelliyor olduğu gerçeği!
HIV ile yaşayan nüfus Türkiye'de de yaşlanıyor
Bilimsel çıktılara ve klinik olgulara geniş yer verilen kongrenin, bu konuda yüksek sesle konuşan neredeyse tek STK olarak bizim için en önemli başlıklarından biri de HIV ile yaşlanmak idi.
Farklı şehir ve kliniklerden uzman hekimlerin yaptığı ayrı ayrı sunumlarda yaşlılığın tanımı, HIV ile yaşlanmanın getirdiği yeni ve farklı sağlık sorunları ve HIV ile yaşlanan bireylere verilmesi gereken sağlık hizmetlerinin kalitesine odaklanıldı.
Farklı ülkelerdeki HIV tedavisi ve takibi süreçlerini göz önüne aldığımızda, ne yazık ki ülkemizde, yaşlanmayla beraber görülen hastalıkların takibi ve tedavisi ve hatta yaşlanmadan bağımsız olarak gelişen diğer sağlık sorunlarına çözüm bulmanın önündeki engeller, salonda geniş katılımlı olarak tartışıldı.
Her ne kadar HIV enfeksiyonu takip ve tedavisi ülkemizdeki enfeksiyon uzmanları tarafından başarıyla sürdürülse de, ne yazık ki genel kanı, diğer branş hekimlerinin HIV’e olumsuz yaklaşmaları ve hatta hasta/tedavi reddi en büyük sorunlarımızdan biri! HIV’le mücadelede tıbbi multi-disipliner yaklaşımın ne seviyede olması gerektiğinin altının çizildiği sunumlarda ortak görüş, farklı branşlarda görevli hekimlere HIV’in anlatılarak, olguya bilimsel ve bütüncül yaklaşımla mücadelenin güçlenmesi olduğuydu.
Teknoloji…
Yararlı Mı? Zararlı Mı?
Kongrenin üçüncü gününde gerçekleşen “Bilişim Çağında HIV Enfeksiyonu: Teknoloji Yararlı Mı Zararlı Mı?” adlı münazara oturumunda HATAM’dan Uzm. Dr. Ahmet Çağkan İnkaya ve EGEHAUM’dan Prof.Dr. Hüsnü Pullukçu, farklı bakış açılarıyla teknolojinin HIV enfeksiyonuna olan olumlu ve olumsuz etkileri üzerine kendi savlarını ortaya koydular.
Teknolojinin sağladığı imkanlarla HIV epidemisi ile mücadelede dünyadaki iyi örneklerden bahseden Dr. İnkaya’ya karşı görüşlerini belirten Dr. Pullukçu, ülkemizdeki HIV epidemisinin artışındaki sebepler özellikle kontrolsüz teknoloji kullanımı olduğunu savundu. Alanda hasta takibi yapan ve bilim üreten iki sağlık profesyonelinin yaptığı eğlenceli sunumlar ve atışmalarında, aslında HIV epidemisiyle mücadelede sosyal becerinin de ne kadar önemli olduğu, sunumlar sırasında salonda bitmeyen kahkahalarda bir kez daha kanıtlanmış oldu.
B = B yeterince bilimsel değil mi? Gerçekten mi!
Kongre süresince yapılan sunumlar ve tartışmalarda, her birini Kırmızı Kurdele İstanbul’dan duyduğunuz Partner-1 ve Partner-2 araştırmalarının adını ve sonuçlarını sıkça duyduk.
Belirlenemeyen=Bulaştırmayan gerçeğine dair söylemlerle, etkili ve sürdürebilir ART sayesinde HIV ile mücadelenin nasıl şekil değiştirdiğini ve mücadelenin değişen boyutlarını defalarca dinledik.
Ancak buna rağmen, üstelik öncülüğünü Türkiyeli bir STK olarak gururla üstlendiğimiz ve şu anda 99 ülkeye yayılmış olan küresel kampanya neredeyse 4 yaşına girmiş olmasına rağmen “doktorların kendini güvenli alana almak istemelerinden dolayı, Belirlenemeyen = Bulaştırmayan'ı tam manasıyla savunmaktan çekindiklerini” duymak ilginçti.
Prevention Access Campaign tarafından 2016 yılında başlatılan Belirlenemeyen = Bulaştırmayan hareketi, 2017 yılından itibaren tüm dünyada ses getirmiş ve kısa sürede dünya tarihinin en büyük aktivizm hareketlerinden biri haline gelmiştir. B=B hareketinin bilimsel olarak kendini desteklediği en bilinen alan araştırmaları Partner-1 ve Partner-2 çalışmaları. Birinde farklı yönelimlerden 1166 çift 58.000 kondomsuz cinsel ilişki yaşıyor ve sonuç çiftlerle ilişkili “0” yeni HIV bulaşısı; diğerinde ise 800 eşcinsel erkek çift 77.000 kez kondomsuz anal ilişki yaşıyor ve yine çiftlerle ilişkili “0” yeni HIV bulaşı sonucuna ulaşılıyor
Bu arada, B=B hareketi, kendini bilimsel olarak sadece bu iki çalışmayla desteklemiyor…
İsviçre Bildirisi,
HPTN-052,
Opposites Attract….
Saymakla bitecek gibi değil.
Ve yenileri yolda!
Doktorlar, mesleklerinin doğası gereği, bilimi dinler, bilimi dinler ve bilimle konuşur (ya da öyle umarız). İster bir öğretim kuruluşunda görevli olsun, isterse bir devlet hastanesinde günde 70 hasta baksın, doktor yine bilim insanı olmaya devam edecektir; etmek zorundadır.
Peki bir bilim insanı, yıllarca süren, aklımızın alamayacağı paraların harcanarak, büyük emekler sarf edilen ve HIV alanında başka bir ülkede otorite konumunda çalışan insanlar tarafından yapılan bu “bilimsel araştırmaların” sonuçlarına neden güvenmez? Kanıttan daha güvenli bir alan var mıdır? Tutuculuk bir bilim insanına ne kadar güven sağlar?
Bu bilimsel araştırmalarda kafasına tam oturmayan şey, tam olarak nedir? Bu kafasına oturmayan şeyleri, yani anti-tezlerini savunmak için ne gibi araştırmalar yapmıştır? Bu araştırmalar kaç yıl sürmüş ve kaç kişi, kaç vaka dahil edilmiştir? Gözlem, izlem, incelemeler hangi yöntemle yapılmıştır? Çalışmaya dair çıktılar neler olmuştur? Bu çıktılar ve çalışma detayları hangi bilimsel dergide yayınlanmış ve literatüre girmiştir?
Bu soruları soruyoruz; çünkü eğer bir “enfeksiyon hastalıkları hekimi”, B=B’ye bu denli şüpheci yaklaşıyor ve bu şüpheler onu bilimsel verileri savunmaktan alıkoyuyorsa, bu soruların cevaplarını vereceği ve kendine yeni bir pozisyon sağlayan, yeni bir dil kurmasına olanak tanıyan bir çalışma yapmıştır ki, B=B’ye tam güvenmiyordur.
Çünkü, daha önce de dediğimiz gibi doktorlar, mesleklerinin doğası gereği, BİLİM insanlarıdırlar! Ve bilim insanları bilimsel yöntemlerin ışığında çalışırırlar, endişe, tutuculuk ve konservatizmle değil.
En azından beklenti bu yöndedir.
Kırmızı Kurdele İstanbul Kongre ve çıktıları hakkında ne düşünüyor?
Kongrenin çıktıları ile ilgili geri bildirimlerimizi vermeden önce şunu belirtmek istiyoruz: Biz, Kırmızı Kurdele İstanbul olarak, uluslararası görünürlülüğe ve doğru #hivbilgisi ni Türkiye’ye ulaştırarak takipçilerimizi güçlendirmeye çok önem veriyoruz. Katıldığımız tüm uluslarararsı etkinliklerde, bizi etkileyen ve umut veren bilimsel içeriklerin/çıktıların benzerlerini bu yılki ulusal kongrede görmüş olmak, hem yerel anlamda umut verici, hem de Türkiye’nin artık HIV ile mücadelede dünya standartlarını yakalama isteğini gözler önüne seriyor.
Bu bağlamda, bu yılın kongre başkanlığını yürüten Prof.Dr. Deniz Gökengin’e kocaman bir teşekkür etmek gerekiyor; harikaydınız! (Gelecek seneye not: Deniz Hocamızın başkanlığındaki kongre bu sene, beklenti/çıktı çıtasını çok yükseltti. Önümüzdeki sene kongre başkanlığı yapacak Prof.Dr.Serhat Ünal’ın işi zor; kendisine şimdiden başarılar diliyoruz.)
Kongre genelinde “PrEP” söylemlerini duymak çok umut vericiydi. Ülkemizdeki sosyal güvenlik sisteminin, koyucu sağlık hizmetlerini yok saymasına rağmen, sağlık otoritesinin desteği ile PEP’i kabul etmesi ve bazı başlıklar dahilinde 2018’in sonundan beri geri ödemeye aldığı bir ortamda PrEP konuşuluyor olması, biz de değişim ve dönüşümü olan inancı arttırdı.
Etkinlik süresince sıkça duyduğumuz diğer bir konu başlığı ise, HIV ile mücadelede multidisipliner yaklaşımın benimsenmesiydi. Özellikle diğer hastalıklarla da mücadele eden HIV ile yaşayan bireylere kaliteli sağlık hizmetinin sunulabilmesi için, diğer branş hekimlerinin de HIV ile ilgili bilgi seviyelerinin arttırılması ve HIV ile yaşayan bireylere damgalama ve ayrımcılıktan uzak sağlık hizmetinin sunulmasının zemininin hazırlanması gerekmektedir. Bu konuda ülkemizdeki sağlık otoritesinin, artık geç kalmadan eyleme geçmesi gerekliliği de kongrede dillendirilen başlıklardandı. Buna ek olarak multidisipliner yaklaşım içerisinde, sadece tıp bilimleri değil, farklı sosyal hizmet alanlarının da tam uyumlu hizmet sağlaması için diğer kurumsal otoritelerin de harekete geçmesi önemli bir detaydır. Yani devlet kurumları arasında tam işbirliği şart!
Bakırköy Sadi Konuk Eğitim Araştırma Hastanesi’nden Dr. Özlem Altuntaş Aydın’ın HIV ile yaşayan yaşlı bireylere yönelik ideal sağlık hizmeti sunumu çok başarılı ve aslında artık önemli bir konuya dikkat çeken bir sunumdu. Sunum içerisindeki detaylar ve odak alt başlıklar, bugüne kadar hiç deneyimlemediğimiz bir geriatrik sürece nasıl girmeye başladığımızı gözler önüne serdi. Ancak, ne yazık ki, bu konuda ülkemizde bir hizmet modeli çalışması bulunmuyor. Peki mesela, hazır bu sunum yapılmışken, Özlem Hocamız ve ekibi, bir model çalışması yapsa ve tüm Türkiye’deki kliniklere örnek olsa, nasıl olur? Bizce, harika olur!
Sağlık Bakanlığı temsilcisinin, Gönüllü Danışmanlık ve Test Merkezleri ile ilgili yaptığı açıklamalar, gelecek açısından ümit verici. Ancak sürecin ivedi şekilde hızlanması gerektiği bir gerçek. Bu da çok basit: Sağlık Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığı arasında imzalanacak güçlü bir protokol ile her şey çok daha kolay ve hızlı olabilir.
Son olarak söylemek istediğimiz şey ise, artık anahtar grupları görmezden gelmememiz gerektiği. Biz istesek de istemesek de, anahtar gruplar oradalar ve gürül gürül yaşamaya devam ediyorlar.
Bizim STK’lar, Hekimler ve tüm paydaşlar olarak henüz ulaşamadığımız %49’a hızlıca ulaşmamız gerekiyor. Sorunu, onları yok sayarak, onları dahil etmeden çözmeye çalışmak işe yaramayacak.
Çünkü sayılar hızla artarken çeşitli kaygı ve ön yargılar yüzünden, bakmamız gereken yere bakmayıp soruna sırt çevirmek, hiç birimizi daha ahlaklı insanlar yapmaz ama daha ahmak insanlar yapar.
Türkiye'de -ne mutlu ki- hala çözülebilir seviyede bir sorun olan HIV ve AIDS olgularına, olgun ve kapsayıcı bir bakış açısı ile yaklaşmak ve kalıcı bir çözüm üretmek sadece HIV pozitiflerin, ilgili STK'ların ya da Hekimlerin değil hepimizin ortak ödevi.
www.kirmizikurdele.org
#hivhakkindahersey